21 Şubat 2012 Salı

Cahiliye Toplumunda Kadına Bakış Açısı

İnsanlara yaşamları boyunca ihtiyaç duyabilecekleri her konuda gerekli tüm bilgileri Allah Kuran'da açıklamıştır. Dünya hayatının gerçek yüzünü, insanların yaratılış amaçlarını, güzel bir hayat yaşayabilmelerinin sırlarını, insan fıtratına en uygun olan ahlak anlayışını insanlara bildirmiştir. Allah'ın bildirdiği bu gerçeklere iman edip, hayatlarını bu doğrultuda yönlendiren insanlar dünyada ve ahirette gerçek mutluluğu elde etmiş olurlar.
Cahiliye toplumlarında ise insanların hayatlarını yönlendiren, mutlak doğru olduğundan emin olabilecekleri bir güç yoktur. Tam tersine peşinden gittikleri kuralların büyük çoğunluğunun, ne zaman, kim tarafından ve hangi bilgilere dayanarak konulduğu dahi belirsizdir. Bu adı konulmayan, ama tüm cahiliye insanlarının yıllar boyu topluca uydukları kurallar, atalarından kalan bir gelenek olarak yaşanır. Cahiliye insanlarının yaşayış amaçları, idealleri, değer yargıları, kısacası toplum düzeninin üzerine bina edildiği tüm temeller hep bu anlayış ile oluşturulur. Toplumdaki her bireyin, içerisinde bulunduğu konuma, sahip olduğu sosyal statüye, cinsiyetine, inançlarına ve yaşam tarzına göre önceden belirlenmiş bir yeri vardır. 

Kadının toplumdaki yeri de, insanların büyük bölümünün etkisi altında kaldığı bu sabit bakış açıları ve değer yargıları doğrultusunda belirlenmiştir. Kimi toplumlarda kadının, bedenen erkekten daha güçsüz olması nedeniyle, ruhen de onlardan daha zayıf bir yapıya sahip olmaları gerektiği şeklinde yanlış bir inanç hakimdir. Kadının kişiliği, ahlaki özellikleri ve yeteneklerinin de, fiziksel yapısıyla orantılı olarak daha sınırlı olduğuna inanılır. Örneğin toplumda "erkek işi" ya da "kadın işi" diye ayırt edilen konular vardır. Elbette ki fiziki güçleri ve yapıları bakımından kadının yapabilecekleriyle erkeğin yapabileceği işler birbirinden farklıdır. Ancak cahiliye toplumlarındaki bu ayrım, bunun dışında, kadının akıl ve beceri yönünden de daha güçsüz görülmesine dayalı bir ön yargıdan kaynaklanmaktadır.

Günümüzde kadınlar pek çok alandaki bilgi ve becerileriyle bu ön yargının geçersizliğini ortaya koymaktadırlar. Ancak yine de, toplumun bir kısmında kadının belirli işleri yapamayacağı ya da en azından erkeğin bu işleri daha akılcı ve daha pratik bir şekilde çözüme kavuşturacağı şeklinde bir inanç hakimdir.






Yeteneğin yanı sıra, kimi insanlarda kişilik konusunda da kadının erkeğe göre daha zayıf bir yapıya sahip olduğuna dair bir kanaat vardır. Örneğin erkeğin soğukkanlılıkla karşıladığı bir olay karşısında, kadının paniğe kapılıp kontrolünü kaybetmesi ya da erkeğin irade kullanarak karşı koyabildiği bir zorluk karşısında, kadının iradesiz ve güçsüz davranması cahiliye toplumlarında bazı kişiler tarafından olağan bir tavır olarak kabul edilir. Ve bu kabul, çocukluk yıllarından itibaren, verilen eğitim ile kız çocuklarına da aşılanır. Erkek çocuklarını olabildiğince güçlü bir karaktere sahip olacak şekilde yetiştiren aileler, kız çocuklarına da tam tersi bir telkin verirler. Herhangi bir zorlukla karşılaştıklarında erkek çocuklarına 'erkekler ağlamaz, erkek gibi davran, cesur ol' derken, çocukları aksi bir tavır gösterdiğinde bu durumu onlara 'kız gibi korkaklık yapma', 'kız gibi ağlıyorsun', 'kız gibi ürkek davranıyorsun' gibi sözlerle anlatmaya çalışırlar. Aynı şekilde kız çocuklarını yetiştirirlerken de onlara sürekli olarak erkeklerden farklı oldukları, tavırlarını bu doğrultuda düzenlemeleri gerektiği yönünde telkinler verirler.

Cahiliye ahlakının yaşandığı toplum içerisindeki kadının tüm görev ve sorumlulukları bu bakış açısı doğrultusunda, sadece belirli konularla sınırlandırılmıştır. Günümüz toplumlarının büyük bir kısmında kadının pek çok alanda erkeğe göre daha geri planda olması hep bu sabit değerlendirmenin bir sonucudur.
Kadınlara yönelik bu çarpık bakış açısı, tarihin farklı dönemlerinde de çeşitli şekillerde ortaya çıkmıştır. Özellikle geçmişte yaşamış olan, cahiliye inançlarını benimsemiş toplumlarda bu düşünce son derece yanlış uygulamalara yol açmıştır. Allah Kuran'da bu toplumlarda, insanların kız çocuklarını değersiz görerek doğar doğmaz, diri diri toprağa gömdüklerini bildirmektedir:

"Ve 'diri diri toprağa gömülen kızcağıza' sorulduğu zaman: "Hangi suçtan dolayı öldürüldü?" (Tekvir Suresi, 8-9)

Başka ayetlerde ise Allah, "Onlardan birine kız (çocuk) müjdelendiği zaman içi öfkeyle-taşarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir; onu aşağılanarak tutacak mı, yoksa toprağa gömecek mi? Bak, verdikleri hüküm ne kötüdür?" (Nahl Suresi, 58-59) sözleriyle, kız çocuğu olacağını öğrenen kimselerin yüzlerinin öfkeyle dolduğunu, içerisinde bulundukları bu durumdan dolayı çevrelerindeki insanlardan utanıp gizlendiklerini bildirmektedir. Allah ayrıca bu kimselerin kız çocuklarını "süs içinde yetiştirilmiş ve mücadeleye açık olmayan kimseler" olarak değerlendirdiklerine de dikkat çekmektedir:

"Oysa onlardan biri, O, Rahman (olan Allah) için verdiği örnek ile (kız çocuğunun doğumuyla) müjdelendiği zaman, yüzü simsiyah kesilmiş olarak kahrından yutkundukça yutkunur. Onlar, süs içinde büyütülüp de mücadelede açık olmayan (kızlar)ı mı (Allah'a yakıştırıyorlar)?" (Zuhruf Suresi, 17-18)

Allah, İslam ahlakından habersiz olan bu toplumlara gönderdiği peygamberleri ve indirdiği hak kitapları ile, kız çocuklarına karşı olan bu bakış açısının yanlışlığını bildirmiştir. Peygamberlerin tebliği ve İslam ahlakının insanlar tarafından öğrenilmesiyle birlikte, kız çocuklarını bir utanç vesilesi olarak görme düşüncesi ve cahiliye toplumlarında var olan bu uygulama büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.




Allah Kuran'ın "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler armağan eder, dilediğine de erkek armağan eder. Veya erkekler ve dişiler olarak çift (ikiz) verir. Dilediğini kısır bırakır. Gerçekten O, bilendir, güç yetirendir." (Şura Suresi, 49-50) ayetleriyle, insanlara ulaşan her türlü nimeti onlara verenin Allah olduğunu hatırlatmaktadır. Erkek çocuğu gibi, kız çocuğu da Allah'ın insanlara lütuf olarak verdiği bir nimetidir. İnsanın sorumluluğu ise, Allah'ın nimetine karşı nankörlük etmeden en güzel şekilde şükredebilmektir.

Görüldüğü gibi, tarihin çeşitli dönemlerinde kadınlar hakkında farklı şekillerde ortaya çıkan yanlış bir bakış açısı hakim olmuştur. Ancak bu noktada göz ardı edilmemesi gereken önemli bir gerçek de vardır. Cahiliye toplumlarında görülen kadın karakteri, bu bakış açısını bir anlamda desteklemekte ve doğrulamaktadır. Cahiliye ahlakına sahip kimi kadınlar gösterdikleri karakter, ortaya koydukları tavırlar ve benimsedikleri ahlak anlayışı ile, kendileri hakkındaki bu sabit bakış açısının yanlış olmadığını ortaya koymaktadırlar.
Oysa gerçekte kadın olsun erkek olsun mümin olan kimseler, keskin bir akla, derin bir kavrayış yeteneğine, güçlü bir kişiliğe sahip olabilen, üstün bir ahlak sergileyebilen kimselerdir. Allah'ın Kuran'da örnek vermiş olduğu Hz. Meryem ve Firavun'un hanımı kadınların en güzel örneklerindendir. Ancak kimi kadınların din ahlakından uzak bir hayatı benimseyerek cahiliye kurallarına göre yaşamaları, onların bu üstün yönlerinin körelmesine neden olmaktadır.

İlerleyen satırlarda kadınların bu üstün ahlakı yaşamalarına engel olan cahiliye karakterine kısaca değinerek, ideal Müslüman kadın karakteri ile bu karakter arasındaki çarpıcı farklılıkları ortaya koyacağız.

Cahiliye Toplumlarında Kadın Karakteri

Cahiliye toplumlarında görülen kadın karakteri, hangi kültür seviyesinden olursa olsun, toplumun hemen her kesimi tarafından çok iyi bilinmekte ve kimi kadınlar tarafından titizlikle uygulanmaktadır. Bunun önemli bir sebebi ise, toplumun tüm üyelerinin, bu karakteri kız çocuklarına küçük yaşlardan itibaren olabildiğince cazip gösterip özendirmeleridir. Çocukluk yıllarından itibaren çevrelerindeki tüm insanlardan aynı telkinleri alarak yetiştirilen kız çocukları, toplum tarafından kendileri için uygun görülen bu karakteri çoğu zaman hiç sorgulamadan kabullenirler. Annelerini ve çevrelerindeki diğer kadınları gözlemleyerek, yetişkin bir insan oldukları zaman nasıl bir karakter sergileyecekleri ve yaşamlarını hangi idealler üzerine kuracakları konusunda belirli bir kanaat edinirler. Çevrelerindeki bu insanlardan duydukları sözleri tekrarlar, onlardan gördükleri tavırları sergiler, onlar gibi olabilmek için çaba harcarlar. Sonuç olarak da, daha farklı bir modelle karşılaşmadıkları için kendileri için en ideal kimliğin bu olduğunu sanarak, büyüklerinden gördükleri aynı kadın karakterinin kusursuz birer kopyası haline gelirler.






Elbette, önceki satırlarda da değinildiği gibi, cahiliye toplumunda yaygın olarak yaşanan bu karakterin yanlışlıklarını gören ve bu karakteri benimsemeyen kadınlar da vardır. Ancak bu çarpıklığı görebilmiş olmaları, yine de bu kimseleri temelde cahiliyenin kadın karakterinden uzaklaştırmaya yetmemektedir. Belki bu tavır bozukluklarının bir kısmından kurtulabilmektedirler ama kişiliklerini belirleyen ölçüler yine Kuran ahlakının dışında ve cahiliye kurallarına dayalı olduğu için, yaşadıkları karakter de yine kendi içerisinde çeşitli çarpıklıklarla doludur. Dolayısıyla bu kimselerin cahiliye toplumunda yaygın olarak yaşanan kadın karakterinden farklılıkları, temelde onları küçük görüp kendilerini bu sınıflandırmanın dışında tutmalarıyla sınırlı kalır. Çünkü Allah'ın Kuran'da bildirdiği Müslüman kadın karakteri yaşanmadığı takdirde, ortaya çıkacak olan her kişilik kesin olarak çarpıklıklarla ve yanlışlıklarla dolu olacaktır.

Cahiliye toplumlarındaki kadın karakterinin genel özelliklerini incelediğimizde, adı her ne kadar "iş kadını" ya da "ev kadını" olarak değişse de, bu kişilerin temelde ortak bir karakterin çatısı altında birleştiklerini görürüz. Öyle ki, erkek ya da kadın küçük ya da büyük, toplumun herhangi bir bireyine sorulacak olunsa, kadın karakteri hakkında dile getirecekleri izlenimler hemen hemen birbirinin aynı olacaktır. Bunlar arasında en belirgin olanlarından biri ise, kadınların bir erkek gibi güçlü ve dayanıklı bir kişilik gösteremeyeceklerine olan inançtır. Toplumun erkek bireyleri kadar, kadınların bazıları da kendilerine yapılan bu yakıştırmayı kabullenmişlerdir. Kendilerine yakıştırılan "korunup kollanan" karakter nedeniyle hiçbir zaman "koruyan, kollayan" kimseler konumunda olabileceklerini düşünmemişlerdir. Erkekten daha aciz ve daha beceriksiz oldukları şeklindeki inançları nedeniyle, genellikle maddi manevi anlamda kendilerine bakabilecek, insanların kendilerini ezme ihtimaline ve diğer tehlikelere karşı onları koruyup kollayacak birilerine sığınma ihtiyacı duyarlar. Gerek evliliklerinde eşlerine, gerekse de daha ilerleyen yaşlarında oğullarına olan yaklaşımlarında hep bu düşünceyle hareket eder, çevrelerinde de kendilerine bu imkanları sağlayabilecek birilerini ararlar.






Bu zayıf karakter bu kimselerin "duygusallık, ağlama, küsme, alınma, kıskançlığa kapılma, yakınma" gibi tavır bozukluklarına yatkın bir ahlak geliştirmelerine neden olur. Bunlar genellikle cahiliye toplumlarında kadın kavramı ile özdeşleşmiş ve "kadınların özünde olan özellikler" olarak kabul edilen tavırlardır. Örneğin kadının olaylar karşısında aşırı hassasiyet göstererek ağlaması da son derece olağan bir tavır olarak kabullenilmiştir.
Erkek karakterinde genel olarak hakim olan tavır kalenderlik ve mertlik olarak bilinirken, kadının da alıngan, duygusal ve kırılgan bir yapısı olduğuna inanılır. Bunların yanı sıra, olaylar karşısında hemen "ümitsizliğe düşmek, telaşa kapılmak, şikayetçi bir üslup kullanmak ya da tartışmacı bir tavır sergilemek" de kimi cahiliye kadınlarında sıkça görülebilen Kuran ahlakına aykırı özelliklerdendir.

Kadın karakterine dair tüm özelliklerin ortak olan yanı ise, her birinin, bu kişilere sadece sıkıntı ve mutsuzluk getiriyor olmasıdır. Gösterdikleri ahlak nedeniyle bu kimseler yaşamlarını sürekli gerilim, sıkıntı ve zorluk içerisinde geçirirler. Yaşadıkları ahlakın ve mutsuzluklarının temel nedeni ise, dünya hayatına bakış açılarının, yaşama amaçlarının, kendileri için seçtikleri ideallerin yanlışlığında gizlidir.

Cahiliye toplumunun diğer bireyleri gibi kadınlar da tüm yaşamlarını "dünya hayatı" ve "bu hayatın süsleri" üzerine kurmuşlardır. Dünya hayatının insanlara sunduğu menfaatlerden olabilecek en fazlasıyla yararlanabilmek, sürekli olarak yaşam standartlarını yükseltecek imkanlar elde edebilmek, toplum nazarında iyi bir isim, iyi bir itibar elde edebilmek, sahip olduklarıyla çevrelerinin hayranlığını ve övgüsünü kazanabilmek bu kimselerin önde gelen ideallerindendir.

Tasalandıkları konular ise, bu idealleriyle bağlantılı olarak, gelecek endişesi, mal ve can kaygısı gibi temel konular üzerine kuruludur. Toplum tarafından kendilerine telkin edilen görev gereği, amaçları genellikle sadece "iyi bir ev kadını, iyi bir anne ve iyi bir eş olabilmek"tir. Bunun dışında kendilerinden en fazla beklenen ise, maddi bağımsızlıklarını elde edebilecekleri bir meslek ve iyi bir kariyer sahibi olmalarıdır.

Elbette 'iyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir ev kadını olmak ya da kişiye maddi anlamda fayda sağlayacak bir yetenek kazanmak' gibi isteklerin hiçbirinde bir yanlışlık yoktur; bunlar insanların dünya hayatında elde etmek isteyebilecekleri meşru isteklerdir. Yanlış olan, kadının böylesine kısıtlı bir dünyada yaşamaya teşvik edilmesi, ideallerinin sadece bu amaçlarla sınırlandırılmasıdır. Tüm insanlar, ölümden sonra karşılaşacakları hesap gününde, dünya hayatında Allah'ın rızasını kazanmaktan yana gösterdikleri çabalarına göre sonsuza dek mükafatlandırılacak ya da cezalandırılacaklardır.

İşte diğer cahiliye karakterlerinde olduğu gibi, kadın karakterinde de asıl hatalı olan yön, bu kimselerin sadece dünya hayatını kazanmaya yönelik bir kişilik göstermeleri, bu hayata göre bir yaşam tarzı geliştirmiş olmalarıdır. Çünkü insanın dünya hayatında sahip olduğu mallar da, kazandığı itibar da, yakınları, ailesi ya da çocukları da bir gün mutlaka yok olacaktır. Sonsuza kadar var olacak olan yalnızca Allah'tır. Bu nedenle insanın kişiliğini, ahlakını, yaşam tarzını, ideallerini tümüyle Allah'ın rızasını kazanmayı amaçlayarak belirlemesi gerekmektedir. Aksinde kişi, yaşamını sadece sınırlı ve küçük bir dünyada sürdürmekle kalmayacak, ahirette de sonsuza dek büyük bir pişmanlık ve sıkıntıyla karşılaşacaktır.

Bu noktada şunu da eklemek gerekir ki elbette toplum içerisinde bulunduğu konumdan memnun olmayan, bu karakteri sorgulayan ve toplumdaki bu yaygın kanaatin dışına çıkmak için çabalayan pek çok kadın vardır. Hatta bu kimseler çoğu zaman pek çok alanda elde ettikleri başarılarla ön plana çıkmakta ve kadınlar hakkındaki bu düşüncelerin yanlışlığını ortaya koymaktadırlar. Ancak tüm bu başarıları elde ederken dahi cahiliye ölçülerine dayalı bir karakteri yaşamaya devam ettikleri ve yine Allah'ın rızasına uygun bir karakter sergilemedikleri için, istedikleri sonuca ulaşamamakta, toplum nazarında aradıkları gerçek saygı sevgi ve güveni kazanamamaktadırlar. Kimi zaman bu isteklerine ulaşmış gibi görünseler de, tüm bunları gerçek ve kalıcı şekilde elde edemediklerini bildikleri için yine de mutlu ve huzurlu olamazlar.



Kendilerinden beklenen karakteri sorgusuzca kabul eden kimselerin ise, bu tavırlarını dayandırdıkları bazı mazeretler vardır. Öncelikle insanların kendi aralarında "toplum kuralları" adını verdikleri ölçülerin, kadınların toplumun kendilerinden beklediği karakterin dışına çıkmalarını engellediğini düşünürler. Böyle bir durumda toplum tarafından kınanma, eleştirilme ve hatta dışlanma tehlikeleriyle karşı karşıya kalma ihtimalinden çekinirler. Bu gibi bir risk altına girmek istemedikleri için, toplumun tüm bireyleri tarafından yıllardır tasdik gören bir karakteri yaşamayı daha uygun görürler.

Kimi kadınların söz konusu ortak kadın karakterinin dışına çıkmaktaki çekimserliklerinin ikinci bir nedeni ise, böyle bir girişimde bulunduklarında kendi üzerlerinde etki ve otorite sahibi olan, yakın çevrelerindeki insanların baskılayıcı tavırlarıyla karşılaşmalarıdır. Bu bakış açısı, bu kimselerin, yanlış yönlerini açıkça gördükleri halde, bu karakterden uzaklaşmak için gereği gibi bir atılım yapmamalarına neden olmaktadır.
Ancak tüm bunlar arasında, bu kimselerin söz konusu cahiliye karakterinden kurtulamamalarının en önemli sebebi ise, yaşadıkları karakteri terk ettiklerinde, kendilerini topluma kabul ettirebilecekleri, yeni ve ideal bir kişiliği nasıl kazanacaklarını bilmemeleridir. Bu bilinçsizlikleri nedeniyle çözümü hep yanlış odaklarda ararlar. Örneğin bir ev kadını toplumda daha iyi bir yer edinebilmesinin, çevresindeki insanlardan daha çok saygı ve sevgi görebilmesinin 'ev kadını' kimliğinden kurtulup, 'iş kadını' kimliğini kazanmasıyla mümkün olabileceğini sanır. Bir iş kadını ise, aynı sonucu kariyerini artırdığında ya da daha itibarlı bir meslek edindiğinde elde edebileceğine inanır.

Oysa bu ve benzeri düşüncelerin tümü yanlıştır. İnsanları hem dünyada hem ahirette, gerek insanların gözünde gerekse Allah Katında onurlu ve üstün konuma getirebilecek tek bir yaşam şekli, tek bir karakter ve tek bir ahlak anlayışı vardır. Kuran'a göre yaşamak insanlara en güçlü karakteri ve en güzel ahlakı kazandırır. Bu da kişinin hem Allah'ın rızasını hem de insanların sevgisini ve saygısını kazanmasını sağlar.





Dolayısıyla, kadın olsun erkek olsun her insanın asıl yapması gereken, kendisinden beklenen kişiliğe bürünmesi değil, doğru olanı araştırıp bulması ve bu kişiliği benimsemesi olmalıdır. Allah, tüm insanların yaşaması gereken en güzel kişiliği ve en doğru karakter özelliklerini Kuran ile bizlere bildirmiştir. Kuran'da gösterilen bu yol en sade, en kolay ve en mükemmel olanıdır. Allah, bu gerçeği bizlere şu sözlerle bildirmektedir:

Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleyeceğiz." (Kehf Suresi, 88)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder